8 Temmuz 2011 Cuma

Boş Alan

“Bir diyalog grubunda herhangi bir şeyle ilgili bir karar vermek zorunda değiliz. Bu son derece önemlidir. Aksi taktirde özgür olamayız. Bir şey söylemeye zorunlu olmadığımız, bir sonuca ulaşmaya çalışmadığımız ya da bir şeyler söylemek zorunda olmadığımız boş bir alana sahip olmalıyız. Bu alan açık ve özgür olmalı. Bu boş bir alan olmalı. “Boş zaman” kelimesi boş alan ile aynı anlama gelmektedir. Boş zaman kelimesinin zıt anlamlısı “meşgul” yani dolu. Bu öyle bir boş alan ki, içine ne istersek doldurabiliriz ve işimiz bitince tekrar boşaltıveririz. Herhangi bir şeyi biriktirme gibi bir sorunumuz yoktur. Bu diyalog ile ilgili önemli noktalardan biri. Krishnamurti’nin de dediği gibi “Fincanın bir şeyler alabilmesi için boş olması gerekir.”” David Bohm – Diyalog Üzerine


Diyalog – Yaratıcı İletişimi Kolaylaştırma projesinin 2. İdari Komite Toplantısı 14-17 Mayıs, 2011’de Estonya’nın Talinn şehrinde yapıldı. Proje ömrünün yarısını tamamladığından proje ile ilgili konuların gözden geçirilmesinin tam zamanıydı. Alınması gereken kararlar ve kararların uygulama zamanlamaları tartışıldı. Burada diyalog kelimesine karşıt olmak amacıyla “tartışma” kelimesini dikkatinizi çekmek için özellikle kullanıyorum.
Toplantımızda masalar ve sandalyeler karşıda projeksiyon aleti, müdürün masası ve kağıt tahtasına bakar şekilde U biçimde yerleştirilmişti. Meseleler gün boyu konuşuldu ve günün sonunda öğreniciler geri dönüt verdiler. Geri dönüt safhasında diyalog seansında otururmuşcasına davrandık ancak bu kez masa gibi engellerimiz vardı ve konuşmacının sözünü bitirdiğinde merkeze bıraktığı konuşma sembolü bu kez elden ele geçiyordu. Diyalog’dan kazandığımız disiplin gereğince kimse kimsenin sözünü kesmez ancak bu bile oturumumuzun “onaylıyorum ya da onaylamıyorum” biçimine dönüşmesine engelleyemedi. Yaşadığımız bu durum diyalogun karar alma için uygun olmadığının başarılı bir deneyi olmuştu.
Diyalog bir mikro kültürde genel paylaşılmış anlam yaratmaktır. Böylece grup diyaloglarında meseleler üzerinde karar vermeyiz çünkü kararlar kişilerin zihinlerini meşgul eder. Karar vermek sorumluluk almak demektir. Beyinlerimizde genel paylaşılmış anlam için boş alan yaratmalıyız ki bu ancak diyalog oturumları ile gerçekleşir.

Diyalog Sürecinin Temel İlkeleri

“Bir diyaloğun temel kavramı insanların dairesel biçimde oturmalarıdır. Böyle bir geometrik düzenleme kimseye iltimas geçmez; doğrudan iletişimi sağlar. Prensip olarak diyalog lider ya da gündem olmaksızın işlemelidir. Tabi ki lider ve gündemlere alışkınız, öyleyse lider olmaksızın bir toplantıya başlayacaksak gündem ya da amaç olmadan konuşmaya başlamalıyız. Sanırım ne yapacağımız bilmemenin vereceği gerginlikle karşı karşıyayız demektir. Böylece yapılacak şeylerden biri bu gerginlik ortamında çalışmaktır yani yüzleşmektir. Aslında deneyimlerimizden, insanların bunu bir ya da iki saatliğine yapabilirse daha özgür konuşmaya başlayacaklarını biliyoruz.” David Bohm – Diyalog üzerine

Bir “kap” oluşturmakDerin gerçeklerimizi emniyetli bir şekilde ortaya çıkarabileceğimiz ve diğerlerinin gerçeklerini bir öğrenicinin merakıyla araştırabileceğimiz bir alan.
Öğrenicinin bakış açısını benimsemekBu yaklaşım bizi gerçekten meraklı kılar ve “bilenler” olarak kültürel şartlanmamızı bir kenara koymamızı sağlar. Zen ustası Shunryu Suzuki şu ifadeyi öne sürmüştür : “Başlangıç seviyesindeki birinin zihninde pek çok olasılık vardır, uzmanın zihninde ise sadece birkaç.” Önyargılarımızdan uzaklaşıp, yeni bir kişiyi tanımanın heyecanını yaşamalıyız.
Radikal saygı Karşımdaki insanın varlığıyla saygı duyulmaya değer olduğunu kabul ediyorum. Saygı hoşgörüden daha etkilidir : Dünyayı bir başkasının bakış açısından görmek için çabalayabilirim.  Her insan oğlu özeldir ve birbirimizden öğrenebileceğimiz pek çok şey vardır.

Açıklık - Yeni fikirler ve diğer bakış açıları için açıklık getiriyorum. Uzun süren alışkanlıkları, kabul ve inançları sorgulamaya açığım.  

Yürekten konuşmak  -  Beni gerçekten bağlayan, gerçekten benim için önemli olan şeyler hakkınca konuşurum. Ortamda dikkat çekmek, bir teoriyi desteklemek ya da nutuk çekmek maksatlı konuşmam. Kelimeler açısından ekonomiğimdir. Yürekten konuşmak grubu tek bir kalp haline getirir.

Derinlemesine dinlemekDiğer kişiden şüphe duymadan kendi eşsiz dünyasına güvenle davet etmesini sağlayacak biçimde empatik bir açıklıkla dinlerim. Derinlemesine dinlemek problemleri çözmek için ihtiyacımız olan tek şeydir, maalesef günlük hayatta birbirimizi dinlemek için gereken özeni ve zamanı harcamıyoruz.

YavaşlamaDiyalogda otomatik, düşünmeden yapılan zihinsel ve duygusal tepkilerin nereden geldiğinin farkına varma şansına sahibiz. İletişim sürecimizi yavaşlatmadan böyle bir dönüşüm farkındalığı neredeyse imkansızdır.

       Kabulleri ve belirsizlikleri askıya almaİnançlarımız, kabullerimiz ve yorumlarımızdaki farklılıklar yanlış anlaşılma ve çatışmalar için sonsuz kaynak sağlar. Diyalogda kabullerimiz ve yargılarımızın farkına varmak ve bunları gözlemlemek ve kabullenmek üzere hafifçe “askıda” tutmanın eğitimini yaparız.

Ruhsal sorgulama alıştırması“Bilen” rolümü bir kenara bırakıp henüz aşina olmadığım gerçek bir merak geliştirmek istiyorum. Merak, farkındalık ve alçak gönüllülük yaklaşımı geliştiriyorum ve şöyle diyorum : “Bilmiyorum ve öğrenmeye ilgi duyuyorum.”

Farklılıkların çelişkisini kucaklamaHem “bu” hem de “o” nun doğru olabileceğini mümkün kılan yaratıcı bir gerilim içinde yaşayabilen biri haline geliyorum. Bendeki dünya resmine başkalarını zorlayarak uydurmaktan kendimi alıkoyuyorum. Renk gölgelerinin olmadığı bir dünyayı düşünebiliyor musunuz?

Gözlemciyi gözlemlemek Kendi konuşma ve dinlemelerimin şahidi haline geliyorum ve süreç içinde değişmez yargılarım yumuşuyor ve dönüşüyor. “Gözlemlenen düşünce değişir.” – David Bohm


7 Temmuz 2011 Perşembe

David Bohm kimdir?

“ ‘Diyalog’ kelimesine genelde kullanılandan farklı bir anlam vereceğim. Kelimelerin kökenleri çoğunlukla daha derin anlamlar önerirler. ‘Diyalog’ bir Yunan kelimesi olan dialogos kelimesinden gelmektedir. Logos söz anlamına gelmektedir ancak burada ‘sözün anlamı’ olarak düşüneceğiz. Ve dia ‘iki’ değil ‘aracılığıyla’ anlamındadır. Diyalog sadece iki değil, herhangi sayıda kişi arasında gerçekleşebilir. Hatta eğer diyaloğun ruhu mevcut ise kişi kendisi ile bile bir çeşit diyaloğa girebilir. Kelimenin kökünün resmettiği şey; bizim içimizde, bizim vasıtamızla ve bizim aramızda oluşan bir anlam akışıdır.” David Bohm – Diyalog üzerine


David Joseph Bohm (1917–1992) teorik fizik, felsefe, nöropsikoloji konularında çalışmış ve Manhattan Projesine destek vermiş kuantum fizikçisidir. Romanya’nın Karpatya dağlarının eteklerinde doğmuş ve 16 yaşında ABD’ye gitmiştir. Pensilvanya’da büyümüş, Berkeley’de fizik okumuş ve burada J. Robert Oppenheimer'ın laboratuarında doktora tezini vermek üzere çalışmaya başlamıştır. David Bohm Plazma Teorisi-Maddenin dördüncü hali üzerine yaptığı çalışmayla meşhur olmuştur ve Princeton Üniversitesinden teklif almıştır. Burada Albert Einstein ile tanışır ve Einstein onu entelektüel halefi olarak niteler. Karşılaştığı politik sorunlardan dolayı Princeton’daki günleri sayılıdır. Teorik Fizik profesörü olarak Sao Paulo’ya yerleşir.Bu arada Brezilya eski Nazilerin vatanı haline gelmiştir ve Bohm’un buraya karşı nefret duyguları artarken Haifa Technion’dan kendisine fizik kürsüsü teklif edildiğinde mutlulukla İsrail’e taşınmayı kabul eder. Burada eşi Saral ile tanışır ve bir süre sonra Bristol’a taşınırlar.


David Bohm Jiddu Krishnamurti’nin felsefi ve sosyolojik fikirlerinden oldukça etkilenir. Bohm ve Krishnamurti arasında geçen verimli değişimler sonucunda “Zamanın Sonu” isimli kitap ortaya çıkar. Krishnamurti’ye göre problemlerimizin kökeninde insanoğlunun güvenliğe olan ihtiyacı yatmaktadır. Krishnamurti sordu : “İnsanın düşüncesinin değişmesini ne sağlar? Bunun için gereken yeni faktör nedir?” Bohm cevapladı : “Kişiyi tutan ve onu değişimden alıkoyan ne ise onu derinlemesine inceleme kabiliyeti.”

Bohm, 20. Yüzyılın iki büyük bilim adamı olan Albert Einstein ile Neils Bohr’un vaktinde iyi arkadaşken daha sonradan iletişimsiz hale gelmeleri konusunda oldukça rahatsızdı. Einstein görelilik üzerine çalışırken Bohr’un kuantum teorisine çalışmaktaydı.Eğer diyalog içinde olsalardı birbirlerinin fikirlerini daha iyi dinleyebilirler ve görelilik ile kuantum teorisinin ötesine geçebilirlerdi. Bu sorunun toplumda yaygın olduğunu da şahit idi.




Hayatının son yıllarında iletişimin en önemli ana hatları olan “eşitlik” ve “serbest ortam”  kavramlarını baz alan ve birbirinden farklı kişisel inançların taktir edilmesi olan “Bohm Diyaloğu” olarak da bilinen çözüm önerisini yazdı. Bohm, 20 ile 40 kişilik bir grubun toplumun mikrokosmosu olduğunu düşündüğünden; önerisi diyalog grupları tarafından yeterince geniş ölçüde deneyimlenirse toplumdaki izole olma duygusunun giderilebileceği üzerine kuruludur.

Bir Diyalog Oturumu – İlk İzlenimler

“ Geçtiğimiz birkaç on yılda radyo, televizyon, hava ulaşımı ve uydular,  dünyanın her bir parçasını diğer tüm parçalarıyla neredeyse anlık temasta olmasını sağlayan bir ağ örmüştür. Bu örüntüye rağmen paralel olmayan bir ölçüde iletişimin her yerde bozulmakta olduğuna dair genel bir his söz konusu.” David Bohm – Diyalog Üzerine

Bir diyalog oturumuna dahil olmak…Diyalog odasına alındığımızda nasıl olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Astrid’e defter ya da kalem alıp almamamız gerektiğini sordum, “hayır” dedi, “hiçbir şey gerekmez.” Tek gereken kendimiz idik, tamamen ve sadece. Yaklaşık 20 kişi kişinin olduğu odada sandalyeler dairesel biçimde yerleştirilmişti. Dairenin merkezinde küçük bir halı, halının üstünde ses çanağı, bir taş – sonradan konuşma sembolü olarak adlandırıldı – ve yanmakta olan büyük bir mum. Sessizce oturduk. İnsanlar genelde sessizlikten hoşlanmaz, ben de. Rahatsız hissettim.



Diyalog Facilitatörleri Heidemarie ve Michael yan yana oturdular ve ne olacağını açıklamaya başladılar. Bir diyalog facilitatörü grubun konuşacağı konu hakkında kısa bir açıklama veren kişidir. Konuşmak isteyen dairenin merkezine gidip konuşma sembolünü almalıdır, sessizliğe ihtiyaç duyan ise ses çanağını vurmalıdır. Konuşma sembolünü birinin elindeyse diğerleri konuşamaz. Diyaloğun en önemli özelliği derinlemesine dinlemektir.



Arkadaşlarımla tanışalı henüz birkaç saat olmuştu ve herkesin birbirinin gözlerini, yüzlerini, mimiklerini ve vücut dilini görebileceği bir odadaydık…Oturum başladıktan on dakika sonra rahatlamıştım çünkü herkes içten konuşuyordu. Yakın arkadaşların karşı karşıya değil de yan yana oturmasının hep daha iyi olduğunu düşünmüşümdür ve diyalog seansında dairesel biçimde oturulması bu grubun birbirine daha yakın olacağı hissini verdi bana. Düşünsenize ; dikkatinizi dağıtacak kalem, kağıt, cep telefonu yok, konuşan kişiyi görmeyi engelleyecek masa, sandalye gibi nesneler yok. Dairesel biçimde oturmak mucize gibi. Sadece konuşan kişiye konsantre oluyorsunuz ve bu iletişim için ihtiyacımız olan tek şey.