2 Ekim 2011 Pazar

'DERİN DEMOKRASİ' İÇİN İHTİYAÇ LİSTESİ : DİYALOG VE RADİKAL EMPATİ

Psikiyatrist Prof. Dr. Kemal Sayar'a en derin teşekkürlerimle...Kendisinin diğer değerli çalışmaları için http://www.kemalsayar.com/sayfalar.asp?s=222 bağlantısını inceleyiniz.

Şili'li bilge biyolog Humberto Maturana şöyle diyor : 'Bir insan diğerine hakikatin ne olduğunu söylediğinde gerçekte yaptığı şey itaati talep etmektir. Yani gerçek hakkında ayrıcalıklı bir fikre sahip olduğunu iddia eder'. Bu cümlelerden 'işitme engelli' ülkemiz Türkiye'nin, büyük hastalıklarına varmak mümkün. Kendisi dışındaki bütün görüşleri yok sayan ve onları asla işitmeyen, karşısındakinin düşüncesine değer vermeyen, hakikatin tek temsilcisi olduğunu iddia eden tekilci düşünce, diğer bütün meşrep ve inanma biçimlerinden sadece ve sadece itaat istiyor. 'Sus ve beni dinle, hakikat bende konuşuyor' diyenlere inat, bugünlerde sohbet ve diyalogun diriltilmesi çok önemli.

Diyalog ihtiyacı

David Bohm, ünlü bir kuantum fizikçisi ve düşünür. Dilimize yeni kazandırılan kitabı 'Birlikte Düşünmek : Diyalog' adlı kitabında insanların birbirlerini, yaşadıkları evreni ve 'öteki'ni nasıl daha iyi anlayabileceği üzerinde kafa yoruyor. Diyalog için her şeyden önce insanların birbirini tanımaları, birbirlerine güvenmeleri ve paylaşıma dair bir sistemi aralarında kurabilmeleri gerekiyor. Diyalog için yola koyulan insanların belirli bir amacı olması gerekmez, bu grubun hemen uygulamaya konulacak bir sonucu olması da istenmez. Bunun için Bohm bir örnek veriyor : 'Bir zamanlar, Kuzey Amerikalı bir kabileyle uzun süre yaşamış olan bir antropolog vardı. Elli kişilik küçük bir topluluktu…Bahsi geçen kabile zaman zaman halka şeklinde toplanmaktaydı. Sadece konuşuyorlardı, öylesine ve uzun uzun. Bir karara varmak yoktu, bir lider de. Kim isterse katılabilirdi. Belki yaşlı bilgeler biraz daha dikkatle dinlenmekteydi ama herkes konuşmakta serbestti. Artık dağılmak gerektiği anlaşılıncaya dek sohbet devam eder sonra da biterdi. Bundan sonra da birbirlerini çok iyi tanıdıkları için, herkes ne yapması gerektiğini bilir ve onu yapardı'.

Tartışma veya müzakere gibi kavramlar diyalogun yerini tutmuyor. İnsanların sağlıklı bir diyalog için önce ön kabullerini askıya almaları gerekli. Diyalog halkası içinde; örüşlerini beğenmediğim, kendi varlığım için tehdit edici saydığım diğer insana karşı düşüncelerimi öfkeyle ifade etmiyorum, dahası ona için için küfretmeyi de bırakıyorum. Onunla kendimi aynı gemide hayal ediyorum. Bir varlık ve yokluk savaşı varsa eğer, birlikte var ya da yok olacağız. Hepimiz birbirimiz için bir aynayız, kimse ötekinden düşüncelerini değiştirmesini talep etmiyor. Sadece kendimizi en iyi şekilde anlatmak ve diğerini de en iyi şekilde anlamanın derdindeyiz.

İkna odaları

Bazen insanların mutlak saydığı değerler diyalog önünde engel teşkil eder. 'Bu ülkenin önceliklerini ve değişmezlerini ben tanımlarım' diyen birisiyle nasıl diyalog kuracaksınız değil mi? Konuşmayı sürdürmek gerek. Ancak anlama ve dinleme çabasıdır ki mutlak olarak tanımlanan mecburiyetlerin belki de o kadar mutlak olmadığı hissini doğurur. Ancak birbirimizi sabırla dinleyerek, yıkıcı ve kesin inançlardan uzaklaşabilir, derdimizin ötekini yok etmek değil onunla birlikte var olmak olduğunu fark ederiz.
Diyalog 'ikna odaları' kurmak değildir. Diğer insanlara yoğun bir anlama çabası içinde yaklaşmakla, onların düşüncelerini anlamakla, o düşünceleri kendi düşüncelerimiz haline getiririz. Sevdiğimiz, insan olarak yakın bulduğumuz bir insanın düşüncelerinin bizi yok etmeye matuf olabileceğini düşünmeyiz.
Yaşadığımız ülkede sohbet halkalarının diriltilmesi gerekiyor. Önyargıları vestiyerde bırakarak, vicdanın yol göstericiliğinde uzun bir konuşma başlatmamız lazım. Oysa ülkemizde bir kör dövüşüdür gidiyor. Bürokrasi halkın değişim taleplerini görmezden geliyor ve 'Tek Hakikat'in yeryüzündeki gölgesi gibi davranıyor. İtaat devri bitti. Zaman diyalog zamanı. Ötekinin sesinin de senin sesin kadar değerli şeyler söyleyebileceğini teslim etmen gerek. Sevgili buyurgan ses, belki de sen yanılıyorsundur. Biraz konuşmaya ne dersin?

Radikal empati

Seninle aynı durumu yaşamışım gibi, ıstırabını anlıyorum. Radikal empatinin kilit cümlesi bu. Geçtiğimiz çağın bilge Musevi alimi Martin Buber, şöyle yazmıştı : 'İnsan benliğinin en içteki gelişimi, pek çoklarının zannettiği gibi, kendimizle kurduğumuz ilişkiyle olmaz. Öteki tarafından mevcut kılınmakla ve onun tarafından mevcut kılındığımızı bilmekle olur'. Mevcut kılınmakla geçerlenmiş oluruz. Ötekinin geçerlenmesi için ilişkinin öte yanının tam olarak yaşanması gerekir ki onun ne hissettiğini, bildiğini ve düşündüğünü hayal edebileyim. Onu içeri almakla onunla aramdaki mesafeyi yok etmiyorum. Onun biricikliğini, benden farklılığını, özgeliğini teslim ediyorum. Onun hayatıyla biricikliği, birliği ve bütünlüğü içinde karşılaşmayı göze alıyorum. Diyalog işte böyle bir şey, karşılaştığım kişinin başkalığına bütün kalbimi açıyorum. Beri yanda monolog, onunla konuşsam bile onun sadece benim yaşantımın bir parçası olarak var olmasına izin vermem anlamına geliyor. Eğer öteki sadece benim bir parçam olarak var olacaksa, insanların dünyası arasındaki ilişki bir oyun ve diyalog, boş bir kurgudan ibaret demektir. Gerçek bir ilişki kurmak istiyorsak birbirimize bir mesafeden bakacak ve her birimiz diğerini bağımsız olarak göreceğiz. Benliğin özü ve anlamı, karşılıklı ilişkidir. Beni varlığa çağıran sensin, seni varlığa çağıran da benim. Beni olduğum o biricik kişi olarak kabul ettiğinde ve benimle kendi biricikliğin içinde karşılaştığında, ikimiz birbirimizi teyit ederiz. Hayır, birbirimiz için rol modeli değiliz, olmaya çağırıldığımız biricik kişileriz. Aramızdaki mesafeye köprüler kurup devamlı bir ilişki içine girerek 'aramız'ı yapıyor ve bizi kuvvetlendiriyoruz.

Konuşmakla şifa bulmak

Onunla buluşmaya gittiğimizde, kendi merkezimizi, kişisel özümüzü yitirecek değiliz. Onun gözüyle gördüğümüzde ve onun tarafından yaşadığımızda, ilişkiyi kendi tarafımızdan yaşama imkanını elden bırakmış olmuyoruz. Ötekinin öfkesini biz de öfkeli olduğumuz için daha iyi anlamayız, çünkü onun öfkesi bizden tamamıyla farklı biçimlerde olabilir. Levinas'a uğrayacak olursak, 'Ötekinin başkalığı/ötekiliği tam manasıyla anlaşılamaz'. Ama şunu yapabiliriz: Ötekiyle birlikte, burada ve şimdi acı çekebiliriz. Bu ıstırap ayinine, o acı en çok bizim ruhumuzu dağlıyormuşçasına katılabiliriz. Onun yüzü, beni doğruyu konuşmaya çağırıyor. Onun yüzü, yüreğime dokunuyor. Ben bu çağrının ulaştığı ilk kişiyim. Ben bu neşidenin ruhunu yaktığı tek kişiyim. Varlığımın hesabını vermem gerek. 'Ben sadece mesul olduğum ölçüde benim'. Seni iyileştirmeye çabalarken ben de iyileşiyorum. Senin melal ve acını, benliğimi adeta yok ederek üzerime alıyorum, senin ruhunla kuşanıyor, seni anlamak ve sana vermek istiyorum.
Türkiye yaralarını ancak ilişkiyle onarabilir. Bir sorumluluk ahlâkıyla. Aslolanın ilişki olduğunu, diyalog olduğunu tekrar ederek. Ötekiyle birlikte acı çekmenin, insanın içini kanatacak kadar zor ahlakıyla. Ötekiyle derin ve 'sürdürülebilir' bir psikolojik temas kurmanın ahlakıyla. Otoriterliğin yaraladığı ruhlar, gönül istiyor ki başka türlü bir otoriterliğe savrulmasın. Ancak yaralanmış birisi ötekine gerçek anlamda şifa verebilir.
İnsanda her zaman umut vardır. Kızmaya, bağırmaya gerek yok. Otorite monolog isteyedursun, toplumun dip akıntıları birbiriyle konuşmaya başladığında, birbirine aktığında, insanın bütün hikayesinin buluşma ve karşılaşmadan ibaret olduğunu fark ettiğinde, bir şeyler değişecektir. Muhtaç olduğumuz kudret, insanın asil yaratılışında mevcuttur.

8 Temmuz 2011 Cuma

Boş Alan

“Bir diyalog grubunda herhangi bir şeyle ilgili bir karar vermek zorunda değiliz. Bu son derece önemlidir. Aksi taktirde özgür olamayız. Bir şey söylemeye zorunlu olmadığımız, bir sonuca ulaşmaya çalışmadığımız ya da bir şeyler söylemek zorunda olmadığımız boş bir alana sahip olmalıyız. Bu alan açık ve özgür olmalı. Bu boş bir alan olmalı. “Boş zaman” kelimesi boş alan ile aynı anlama gelmektedir. Boş zaman kelimesinin zıt anlamlısı “meşgul” yani dolu. Bu öyle bir boş alan ki, içine ne istersek doldurabiliriz ve işimiz bitince tekrar boşaltıveririz. Herhangi bir şeyi biriktirme gibi bir sorunumuz yoktur. Bu diyalog ile ilgili önemli noktalardan biri. Krishnamurti’nin de dediği gibi “Fincanın bir şeyler alabilmesi için boş olması gerekir.”” David Bohm – Diyalog Üzerine


Diyalog – Yaratıcı İletişimi Kolaylaştırma projesinin 2. İdari Komite Toplantısı 14-17 Mayıs, 2011’de Estonya’nın Talinn şehrinde yapıldı. Proje ömrünün yarısını tamamladığından proje ile ilgili konuların gözden geçirilmesinin tam zamanıydı. Alınması gereken kararlar ve kararların uygulama zamanlamaları tartışıldı. Burada diyalog kelimesine karşıt olmak amacıyla “tartışma” kelimesini dikkatinizi çekmek için özellikle kullanıyorum.
Toplantımızda masalar ve sandalyeler karşıda projeksiyon aleti, müdürün masası ve kağıt tahtasına bakar şekilde U biçimde yerleştirilmişti. Meseleler gün boyu konuşuldu ve günün sonunda öğreniciler geri dönüt verdiler. Geri dönüt safhasında diyalog seansında otururmuşcasına davrandık ancak bu kez masa gibi engellerimiz vardı ve konuşmacının sözünü bitirdiğinde merkeze bıraktığı konuşma sembolü bu kez elden ele geçiyordu. Diyalog’dan kazandığımız disiplin gereğince kimse kimsenin sözünü kesmez ancak bu bile oturumumuzun “onaylıyorum ya da onaylamıyorum” biçimine dönüşmesine engelleyemedi. Yaşadığımız bu durum diyalogun karar alma için uygun olmadığının başarılı bir deneyi olmuştu.
Diyalog bir mikro kültürde genel paylaşılmış anlam yaratmaktır. Böylece grup diyaloglarında meseleler üzerinde karar vermeyiz çünkü kararlar kişilerin zihinlerini meşgul eder. Karar vermek sorumluluk almak demektir. Beyinlerimizde genel paylaşılmış anlam için boş alan yaratmalıyız ki bu ancak diyalog oturumları ile gerçekleşir.

Diyalog Sürecinin Temel İlkeleri

“Bir diyaloğun temel kavramı insanların dairesel biçimde oturmalarıdır. Böyle bir geometrik düzenleme kimseye iltimas geçmez; doğrudan iletişimi sağlar. Prensip olarak diyalog lider ya da gündem olmaksızın işlemelidir. Tabi ki lider ve gündemlere alışkınız, öyleyse lider olmaksızın bir toplantıya başlayacaksak gündem ya da amaç olmadan konuşmaya başlamalıyız. Sanırım ne yapacağımız bilmemenin vereceği gerginlikle karşı karşıyayız demektir. Böylece yapılacak şeylerden biri bu gerginlik ortamında çalışmaktır yani yüzleşmektir. Aslında deneyimlerimizden, insanların bunu bir ya da iki saatliğine yapabilirse daha özgür konuşmaya başlayacaklarını biliyoruz.” David Bohm – Diyalog üzerine

Bir “kap” oluşturmakDerin gerçeklerimizi emniyetli bir şekilde ortaya çıkarabileceğimiz ve diğerlerinin gerçeklerini bir öğrenicinin merakıyla araştırabileceğimiz bir alan.
Öğrenicinin bakış açısını benimsemekBu yaklaşım bizi gerçekten meraklı kılar ve “bilenler” olarak kültürel şartlanmamızı bir kenara koymamızı sağlar. Zen ustası Shunryu Suzuki şu ifadeyi öne sürmüştür : “Başlangıç seviyesindeki birinin zihninde pek çok olasılık vardır, uzmanın zihninde ise sadece birkaç.” Önyargılarımızdan uzaklaşıp, yeni bir kişiyi tanımanın heyecanını yaşamalıyız.
Radikal saygı Karşımdaki insanın varlığıyla saygı duyulmaya değer olduğunu kabul ediyorum. Saygı hoşgörüden daha etkilidir : Dünyayı bir başkasının bakış açısından görmek için çabalayabilirim.  Her insan oğlu özeldir ve birbirimizden öğrenebileceğimiz pek çok şey vardır.

Açıklık - Yeni fikirler ve diğer bakış açıları için açıklık getiriyorum. Uzun süren alışkanlıkları, kabul ve inançları sorgulamaya açığım.  

Yürekten konuşmak  -  Beni gerçekten bağlayan, gerçekten benim için önemli olan şeyler hakkınca konuşurum. Ortamda dikkat çekmek, bir teoriyi desteklemek ya da nutuk çekmek maksatlı konuşmam. Kelimeler açısından ekonomiğimdir. Yürekten konuşmak grubu tek bir kalp haline getirir.

Derinlemesine dinlemekDiğer kişiden şüphe duymadan kendi eşsiz dünyasına güvenle davet etmesini sağlayacak biçimde empatik bir açıklıkla dinlerim. Derinlemesine dinlemek problemleri çözmek için ihtiyacımız olan tek şeydir, maalesef günlük hayatta birbirimizi dinlemek için gereken özeni ve zamanı harcamıyoruz.

YavaşlamaDiyalogda otomatik, düşünmeden yapılan zihinsel ve duygusal tepkilerin nereden geldiğinin farkına varma şansına sahibiz. İletişim sürecimizi yavaşlatmadan böyle bir dönüşüm farkındalığı neredeyse imkansızdır.

       Kabulleri ve belirsizlikleri askıya almaİnançlarımız, kabullerimiz ve yorumlarımızdaki farklılıklar yanlış anlaşılma ve çatışmalar için sonsuz kaynak sağlar. Diyalogda kabullerimiz ve yargılarımızın farkına varmak ve bunları gözlemlemek ve kabullenmek üzere hafifçe “askıda” tutmanın eğitimini yaparız.

Ruhsal sorgulama alıştırması“Bilen” rolümü bir kenara bırakıp henüz aşina olmadığım gerçek bir merak geliştirmek istiyorum. Merak, farkındalık ve alçak gönüllülük yaklaşımı geliştiriyorum ve şöyle diyorum : “Bilmiyorum ve öğrenmeye ilgi duyuyorum.”

Farklılıkların çelişkisini kucaklamaHem “bu” hem de “o” nun doğru olabileceğini mümkün kılan yaratıcı bir gerilim içinde yaşayabilen biri haline geliyorum. Bendeki dünya resmine başkalarını zorlayarak uydurmaktan kendimi alıkoyuyorum. Renk gölgelerinin olmadığı bir dünyayı düşünebiliyor musunuz?

Gözlemciyi gözlemlemek Kendi konuşma ve dinlemelerimin şahidi haline geliyorum ve süreç içinde değişmez yargılarım yumuşuyor ve dönüşüyor. “Gözlemlenen düşünce değişir.” – David Bohm


7 Temmuz 2011 Perşembe

David Bohm kimdir?

“ ‘Diyalog’ kelimesine genelde kullanılandan farklı bir anlam vereceğim. Kelimelerin kökenleri çoğunlukla daha derin anlamlar önerirler. ‘Diyalog’ bir Yunan kelimesi olan dialogos kelimesinden gelmektedir. Logos söz anlamına gelmektedir ancak burada ‘sözün anlamı’ olarak düşüneceğiz. Ve dia ‘iki’ değil ‘aracılığıyla’ anlamındadır. Diyalog sadece iki değil, herhangi sayıda kişi arasında gerçekleşebilir. Hatta eğer diyaloğun ruhu mevcut ise kişi kendisi ile bile bir çeşit diyaloğa girebilir. Kelimenin kökünün resmettiği şey; bizim içimizde, bizim vasıtamızla ve bizim aramızda oluşan bir anlam akışıdır.” David Bohm – Diyalog üzerine


David Joseph Bohm (1917–1992) teorik fizik, felsefe, nöropsikoloji konularında çalışmış ve Manhattan Projesine destek vermiş kuantum fizikçisidir. Romanya’nın Karpatya dağlarının eteklerinde doğmuş ve 16 yaşında ABD’ye gitmiştir. Pensilvanya’da büyümüş, Berkeley’de fizik okumuş ve burada J. Robert Oppenheimer'ın laboratuarında doktora tezini vermek üzere çalışmaya başlamıştır. David Bohm Plazma Teorisi-Maddenin dördüncü hali üzerine yaptığı çalışmayla meşhur olmuştur ve Princeton Üniversitesinden teklif almıştır. Burada Albert Einstein ile tanışır ve Einstein onu entelektüel halefi olarak niteler. Karşılaştığı politik sorunlardan dolayı Princeton’daki günleri sayılıdır. Teorik Fizik profesörü olarak Sao Paulo’ya yerleşir.Bu arada Brezilya eski Nazilerin vatanı haline gelmiştir ve Bohm’un buraya karşı nefret duyguları artarken Haifa Technion’dan kendisine fizik kürsüsü teklif edildiğinde mutlulukla İsrail’e taşınmayı kabul eder. Burada eşi Saral ile tanışır ve bir süre sonra Bristol’a taşınırlar.


David Bohm Jiddu Krishnamurti’nin felsefi ve sosyolojik fikirlerinden oldukça etkilenir. Bohm ve Krishnamurti arasında geçen verimli değişimler sonucunda “Zamanın Sonu” isimli kitap ortaya çıkar. Krishnamurti’ye göre problemlerimizin kökeninde insanoğlunun güvenliğe olan ihtiyacı yatmaktadır. Krishnamurti sordu : “İnsanın düşüncesinin değişmesini ne sağlar? Bunun için gereken yeni faktör nedir?” Bohm cevapladı : “Kişiyi tutan ve onu değişimden alıkoyan ne ise onu derinlemesine inceleme kabiliyeti.”

Bohm, 20. Yüzyılın iki büyük bilim adamı olan Albert Einstein ile Neils Bohr’un vaktinde iyi arkadaşken daha sonradan iletişimsiz hale gelmeleri konusunda oldukça rahatsızdı. Einstein görelilik üzerine çalışırken Bohr’un kuantum teorisine çalışmaktaydı.Eğer diyalog içinde olsalardı birbirlerinin fikirlerini daha iyi dinleyebilirler ve görelilik ile kuantum teorisinin ötesine geçebilirlerdi. Bu sorunun toplumda yaygın olduğunu da şahit idi.




Hayatının son yıllarında iletişimin en önemli ana hatları olan “eşitlik” ve “serbest ortam”  kavramlarını baz alan ve birbirinden farklı kişisel inançların taktir edilmesi olan “Bohm Diyaloğu” olarak da bilinen çözüm önerisini yazdı. Bohm, 20 ile 40 kişilik bir grubun toplumun mikrokosmosu olduğunu düşündüğünden; önerisi diyalog grupları tarafından yeterince geniş ölçüde deneyimlenirse toplumdaki izole olma duygusunun giderilebileceği üzerine kuruludur.

Bir Diyalog Oturumu – İlk İzlenimler

“ Geçtiğimiz birkaç on yılda radyo, televizyon, hava ulaşımı ve uydular,  dünyanın her bir parçasını diğer tüm parçalarıyla neredeyse anlık temasta olmasını sağlayan bir ağ örmüştür. Bu örüntüye rağmen paralel olmayan bir ölçüde iletişimin her yerde bozulmakta olduğuna dair genel bir his söz konusu.” David Bohm – Diyalog Üzerine

Bir diyalog oturumuna dahil olmak…Diyalog odasına alındığımızda nasıl olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Astrid’e defter ya da kalem alıp almamamız gerektiğini sordum, “hayır” dedi, “hiçbir şey gerekmez.” Tek gereken kendimiz idik, tamamen ve sadece. Yaklaşık 20 kişi kişinin olduğu odada sandalyeler dairesel biçimde yerleştirilmişti. Dairenin merkezinde küçük bir halı, halının üstünde ses çanağı, bir taş – sonradan konuşma sembolü olarak adlandırıldı – ve yanmakta olan büyük bir mum. Sessizce oturduk. İnsanlar genelde sessizlikten hoşlanmaz, ben de. Rahatsız hissettim.



Diyalog Facilitatörleri Heidemarie ve Michael yan yana oturdular ve ne olacağını açıklamaya başladılar. Bir diyalog facilitatörü grubun konuşacağı konu hakkında kısa bir açıklama veren kişidir. Konuşmak isteyen dairenin merkezine gidip konuşma sembolünü almalıdır, sessizliğe ihtiyaç duyan ise ses çanağını vurmalıdır. Konuşma sembolünü birinin elindeyse diğerleri konuşamaz. Diyaloğun en önemli özelliği derinlemesine dinlemektir.



Arkadaşlarımla tanışalı henüz birkaç saat olmuştu ve herkesin birbirinin gözlerini, yüzlerini, mimiklerini ve vücut dilini görebileceği bir odadaydık…Oturum başladıktan on dakika sonra rahatlamıştım çünkü herkes içten konuşuyordu. Yakın arkadaşların karşı karşıya değil de yan yana oturmasının hep daha iyi olduğunu düşünmüşümdür ve diyalog seansında dairesel biçimde oturulması bu grubun birbirine daha yakın olacağı hissini verdi bana. Düşünsenize ; dikkatinizi dağıtacak kalem, kağıt, cep telefonu yok, konuşan kişiyi görmeyi engelleyecek masa, sandalye gibi nesneler yok. Dairesel biçimde oturmak mucize gibi. Sadece konuşan kişiye konsantre oluyorsunuz ve bu iletişim için ihtiyacımız olan tek şey.